Dil ve Edebiyat (164. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
ÜSTATLAR VE AĞABEYLER ÇAĞININ SON HALKASI RASİM ÖZDENÖREN
Üzeyir İlbak
Erdem Beyazıt ağabey “Önden Gidenler İçin” diye yazdığı
ve “Sait Mutlu, Sabri Arslan, Mehmet Emin Balyan,
Ahmet Yücel'in aziz hatıralarına” ithaflı şiirine “Onlar
gittiler/Yalnız bir yemin kaldı aramızda/Ben şimdi bu yanda/Kasılmış
çıplak bir kurşun gibiyim/Namluda” diye başlamıştı. Listesine
Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Nuri Pakdil, Alaeddin Özdenören,
Rasim Özdenören, Sezai Karakoç ve kendisi eklendi. Cahit Ağabey
“Yaşamak” isimli günlük-deneme kitabına “Ne çok acı var?”
diye başlar. Kişisel hayatıma bu ağabeylerden hasat ettiğim kelimeleri,
fikrî hayatımı inşa eden yazı ve hikâyeleri, dergi bürolarındaki
sohbetleri, dinlediğim konferansları ve yetişip onlardan
öğrendiklerime eklediğim yorumlarla aynı sahnelerde katıldığım
kültür-sanat etkinliklerini düşününce bugünün ne kadar çok çoraklaştığını
daha bir anlıyorum.
Necip Fazıl ve Cemil Meriç’i de bu listeye eklemeden geçemedim;
çünkü onlardan da zihin dünyamı düzenleyen kelime,
kavram ve görgü var. Onlar Müslümanca bir duyarlılıkla 1950-60
sonrası medeniyet, kültür ve sanat hayatımızı inşa eden öncü
nesillerdi. Bu verimli yolculuğun yaşayan son seslerinden (Allah
uzun ve sağlıklı bir ömür versin) Atasoy Müftüoğlu.
25 Temmuz ikindisinde, Rasim Özdenören’i Eyüpsultan
haziresine emanet ettik. Taziye için Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nde
hazırlık yapılmıştı. Hazırlıklara ve bahçede yaşanan telaş
ve hüzne rağmen Ankara, Kayseri, Maraş ve diğer illerden
ağabeylerini himaye etmeye gelen dostları izlerken 1970’li yıllarda
gıyaben tanıştırıldığım ve kitaplarını okuyarak, varlıklarını
hissederek, çıkardıkları dergi sayfalarında Müslüman dünyanın
acılarını, ıstıraplarını takip ederken yaptığımız mücadeleye kelimeleriyle
verdikleri desteği an an ve satır satır hatırladım. 12
Eylül 1980 darbesinden önce duvarlara yazdığımız "Ölüm bize
ne uzak, bize ne yakın ölüm/Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın
ölüm." ile “Sabır savaş zafer. Adım: Müslüman.” sloganları, Erdem
ağabeyin şiirlerinden alınmıştı.
20. yüzyılın öncü isimleriyle ilk 1974 veya 1975 yılında,
Nevşehir İmam Hatip Lisesi'nde gıyaben tanıştım. Necip Fazıl
ve Sezai Karakoç’tan ilk söz eden rahmetli Hocam Zeki Soyak’tı.
Sezai Karakoç ve Diriliş fikri de yine rahmetli Hocam İlhami Nalçacıoğlu
ile hayatımıza girdi. İlkokuldan itibaren deliler gibi okuyan
biri olarak bunlardan çok haberdar değildim. Bir süre sonra
Edebiyat dergisi elime geçti. Bugün hayatta olmayan modern
zamanların Müslüman öncülerinin her biri, o küçücük dergide
çağa yeni bir dille yeni bir şey söylüyordu. Kulak kesildik. Okuduk
ve yeniden okuduk.
Kekeme bir çağa doğmuştu onlar. Müslümanca bir vakti
yaşayacakları bir ortamları olmamıştı. Edinebildikleri geleneksel
metinlerden öğrendiklerini yeni bir formda çağa söylüyorlardı.
Mehmet Âkif üzerinden 20. asrın başında Anadolu’da yeniden hayata
geçirilen “inancını hayatın tüm alanlarında yaşama vecdi ve
talebi”, Necip Fazıl -Büyükdoğu- ile yeni bir fidan olarak sürgün
verdi. Diriliş, Büyükdoğu ağacına yaslanarak meyve verdiğinde
bir medeniyet şuuru inşa etmeye başlamıştı. Nuri Pakdil, Büyükdoğu
ve Diriliş fidanlığından taşıdığı sürgünle Ankara’dan yeni
bir ses verdi: “Kalemin Yükü” hayatımıza girdi. Kalemin Yükü,
kalemi tutmaya muktedir yazara, hayatı, varlığı, kavrayışı ve ustalarının
gösterdiği ufku aydınlatmaya koşarken taşıdığı yükün
sorumluluğunun, şuur düzeyinde farkında olması gerektiğini söylüyordu.
Kalem, küçücük cesametiyle kâğıda dokunduğunda dinden,
tarihten ve gelenekten taşınması zor bir yük yüklenmişti ve
yazar bu yükün idrakinde olmalıydı. Dergilerin yaslandığı dünya
görüşüne mensup yazar inançlarının, siyasî hedeflerinin ve inanmış
bir insan olarak yüklediği sorumluluklardan bağımsız olarak
yazamazdı ve yazmayacaktı.
1976 yılında hayatımıza eklenen Mavera, Sebilüreşat’ın
başlattığı yolculuğa yeni bir anlam verdi. Rasim Ağabey’le Kasım
2012’de yaptığımız ve kısmen Dil ve Edebiyat dergisi Mavera
Özel Sayısında yayımladığımız uzun soluklu söyleşide: “Mavera
dergisi ekip hareketi olarak başladı ve ekip hareketi olarak devam
etti. Yayımlanmaya başlamadan önce ‘Mavera kimin dergisidir?
Kimler adına konuşuyor?’ sorularına cevap teşkil edecek
bir mektup yazılması ve bu mektup/bildirinin ulaşması gereken
bütün vatan sathına ulaştırılması gerekiyordu. Arkadaşlar o
mektubu yazma görevini bana verdiler.” diyecekti (O mektubun
tıpkıbasımı ile söyleşi Dil ve Edebiyat: Sayı 47: Kasım 2012). Mavera,
herkese açık bir ses olarak 1976 yılında hayatımıza girdi
ve bugün Müslüman çevrelerde kaleminin sorumluluğunu taşıyan
her bir yol arkadaşıyla yolculuk yaptı. Bir nesli edebiyatla tanıştırdı
ve edebiyatla neler yapılabileceğinin mesajını Afganistan,
Filistin, Eritre… Müslümanlarının acılarını, direnişlerini, savaşlarını,
dertlerini Türkiye Müslümanlarının hayatlarına taşıyarak
“ümmet coğrafyası şuurunun” inşasına zemin hazırladı ve yeni
bir ufuk inşa etti. Kendisini Müslüman olarak ifade eden birçok
isim bu dergide yer buldu ve yetişti. 20. yüzyılı 21. yüzyıla taşıyacak
tüm isimlerin zihin kırıntıları arasında Mavera mayasının
tortularından bir iz var ve Mavera ile açılan patika destanlaşarak
varlığını sürdürmeye devam ediyor. O yolu açmaya devam eden
yüzlerce dergi var hayatımızda.
Rasim Özdenören ve mensubu olduğu nesil, ümmet coğrafyasında
tarihin en büyük trajedisinin yaşandığı bir çağda dünyaya
geldiler. 1930-1940 doğumlular bu talihsiz çağın neslidir.
Medeniyetten kopuşun, kültürel yabancılaşmanın had safhada
olduğu, sentetik bir Batılılaşmanın hayatlarımızı allak bullak ettiği
bir devirden bahsediyoruz. 1950’lerin sonunda hikayeleriyle
fısıldayan Rasim Ağabey, yukarıda anlatılan hikâyenin de öncü
kahramanlarındandı. “Çok Sesli Bir Ölüm” ve “Çarpılmışlar” üzerinden
“Denize Açılan Kapı”ya yönelmesi bir çıkış gibi görünse de
o, neslinin panik hâlini, yaşadığı trajediyi ve ruhundaki savruluşları
yazdı.
“MAVERA adında yeni bir aylık edebiyat dergisi çıkarmanın
hazırlığı içindeyiz. Önce adımızı açıklayalım: MAVERA. Yani
öte, yani bir şeyin ötesinde bulunan, insan aklının ötesinde veya
üstünde bulunan... MAVERA, edebiyat anlayışımızı oldukça geniş
boyutlar içinde özetleyen bir kelimedir. Biz, edebiyatı, amacı kendinden
ibaret kalan bir çalışma alanı olarak görmüyoruz. Tarihte
hiç bir uygarlık, ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelâm eğitimini
tamamlamadan yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden
var olma ortamına kavuşmamıştır... MAVERA, bir yaşama
biçimi halinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma davasını
güdenlerin, edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir. Selâm üstünüze
olsun." Mavera dergisinin çıkış bildirgesinde yazdığı metne
sadık kalarak yaşadı ve sessiz yaşadığı hayata, emek verdiği büyük
kalabalıkların omzunda son yolculuğuna, maverasına uğurlandı.
“Onlar gittiler/Giderken bir muştu gibiydiler.”
Rahmet ve dua ile.