Dil ve Edebiyat (102. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Uyarmak ve Uyarılmak
“Sizi rahatsız etmeye geldim!”
“Büyüklüğünden dolayı ağır ve dürtülmek isteyen
bir ata benzeyen devleti yerinden oynatmak için,
Tanrı’nın musallat ettiği benim gibi bir at sineğine
kolay kolay bir halef bulamazsınız, ben Tanrı’nın
devletin başına musallat ettiği bir at sineğiyim” der,
Sokrat savunmasında. İnsanlığı, insanca yaşama idealine
yöneltecek yapının yeniden restorasyonu için
başlangıç eşiğindeyiz. İşte tam burada “uyarıcı olma,
muhalif olma ve doğruyu söyleme” konusunda yapılması
gerekenleri yapmak mecburiyetindeyiz.
İnsanları keyiflerince hain ilan edenler, duyuru
tahtalarında insan haysiyetini sıfırlayan yafta üreticileridir.
Kurdukları her bir cümlenin aslında kendilerini
tanımladığının ayırdında olmayan muhtevadan
yoksun muhterislerin muteber kabul edildiği vakitlere
erdik. Acımasız yargıların, anlamsız lakırdıların
ve parlatılmış mottoların; merhametten ve vicdani
duyarlılıktan nasipsiz kişilerin çıkara ayarlı zehirli
sözlerinin havada uçuştuğu vakitlere erdik.
Ekonomiye ve onun aracı ‘paraya’ ayarlı akıllarıyla
Mesihçi dünyaya teslim medya-yayın dünyasının kirli
vicdanını aklamaya ve meşrulaştırmaya teşne yazar
ve şairlerin çoğaldığı vakitlere erdik. Bu eylemleri dün
icra edenler, ahlaki zaaflarının kurbanı oldular ve hapse
atıldılar. Bugün aynı çıkmazın meşruiyet sağlayıcıları
yaslandıkları kapının ardındaki büyük boşluğun
yüksek irtifalı binaların asansör boşlukları olduğunun
farkında da değiller. Güç, adaletin terazisi değildir ve
yaslanılan makamlar da meşruiyetin aracı olamaz.
Sureti haktan görünerek bizimle yürüyormuş
gibi yapanların, inancımızı yaşamadan hakkımızda
hüküm üretenlerin, secdemizde alnı olmayanların
düşünce dünyamızdan iktidar mahfillerine ayarlı
cepleri ve cüzdanları üzerinden kurdukları aidiyet rahatsız
edicidir. Ceplerindeki, ilgi alanımızın dışındadır;
cepleri ölçüsünde muteber akıllarıyla, hayatları
vahye ayarlı insanlara yön tayin etmeye kalkışmasınlar.
Bu millet tarihin her deminde ihanetlere, yanıltılmalara
ve yalanlara maruz bırakılmış; her vakit
de onurundan taviz vermeden ve insanların onurunu
incitmeden bu tuzaklardan kurtulmuştur.
Üstat Sezai Karakoç “kendimizi kurtarırken
insanlığı da kurtarma gibi son derece güç ve ağır,
fakat o nispette şerefli tarihî hakikat ödevini yüklenmekten
kaçınmayacağız” [Sûr 1996: 26] Şuurunda,
uyanık ve teyakkuzda olacağımız vakitlere erdik.
Uyaran Bir Akif Emre geçti bu âlemden
Akif Emre ile ne zaman tanıştım hatırlamıyorum.
Belki Yeni Devir gazetesinden ya da o gazete günlerinin
birinde Cağaloğlu’nda. Çok sık görüşemedik,
ama yazılarıyla hep yanı başımızdaydı. Uyarıyordu.
Medeniyet, şehir, insanlık ve insanlar diyordu.
Cenazesi duruşunun, yaşayışının ve bıraktıklarının
bir görüntüsüydü. Cenaze bitiminde fotoğraf
çeken genç bir hanım yanındaki hanıma “anlaşılan
güzel adammış” dedi. Ben de gayr-ı ihtiyari “Evet,
güzel bir Müslüman’dı” dedim, Fatih Camii’nden ayrılırken.
O inandığı gibi yaşadı ve yaşadığı gibi gitti.
“Bundan böyle ne zaman Granada desem Akif
Emre demiş olacaktım; ne zaman Kudüs desem
Akif Emre’nin sanki Beytü’l-Makdis’e giden bir dehlizi
daha geride bırakıyormuşçasına aydınlanan yüzünü
görecektim. (…) Bu açıdan Akif Emre, örselenerek
eprimeye uğratılmış coğrafi hafızamızın son
zaman tamircisiydi. “Bismillah” diyen bir dili bulmak
için gezdiği Kurtuba köylerini, “Ruhunu arayan Balkan
Tekkeleri”ne o bağladı; Kırım sorunundan Arap
Baharı’na, devrimini kaybeden İran’dan, ayrılıkçılarla
barışan Malezya’ya o hat açtı.” (Ömer Lekesiz)
“Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan,
en kritik zamanlarda nerede durulacağını
bilen, “eyvallah”ı olmayan, omurgalı, onurlu bir
“adam”dı. (…) Coğrafyanın neresinde bir olay olsa,
o tarafa yönelsek Akif Emre’nin izlerini görüyorduk.
Moro’da barış görüşmeleri olur, Akif Emre’nin daha
önce Selamet Haşimi ile yaptığı söyleşi çıkardı karşımıza.
Ne zaman İslam şehirlerine yönelsek Akif
Emre’nin yazıları, seyahat notları, belgeselleri, izleri
çıkardı karşımıza. Endülüs, Bosna, Kudüs onunla
gelirdi aklımıza. Entelektüel dünyamızda, düşünce
dünyamızda bir duruş ekseniydi o.” (İbrahim Karagül)
“Akif Emre bir karakteri, bir insan tipini temsil
eder. Söyleyecek sözü, dik duruşu, karakteri olan,
hakikatin peşinden giden insanların sembolüdür.
Her yerde hakikati söylediği ve yazdığı için yalnızlaşır
bu insanlar. Tek başlarına kalsalar da hakikati
haykırmaktan vazgeçmezler yine de. (…) İşte buna
münevver namusu denir. Buna hakikatli adam denir.
Buna fikr-i namus sahibi insan denir. Buna dava
adamı denir.” (Kemal Öztürk)
Bıraktığı iz, izlenmeye değer bir İZ!
Rahmet ve dua ile.